T.C.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E. 2017/19-1658
K. 2017/1464
T. 29.11.2017
DAVA : Taraflar arasındaki “sözleşmenin uyarlanması” davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesince göreve dair dava şartı
noksanlığı sebebiyle davanın usulden reddine dair verilen 15.05.2014 gün ve
2014/368 E., 2014/350 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili ile
davalılardan ... tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin
13.01.2015 gün ve 2014/14963 E., 2015/152 K. sayılı kararı ile:
"...Davacı vekili, müvekkilinin akaryakıt dağıtıcı lisansı sahibi
şirket olup, davalıların 1581 Sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri
Kanunu'na göre kurulmuş özel hukuk hükümlerine tabi kooperatiflerden
müteşekkil, kooperatif bölge birlikleri olduğunu, müvekkili ile davalılar
arasında yapılan ve halen yürürlükte bulunan bayilik sözleşmeleri devam
ederken, EPDK'nın 21.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 4927 Sayılı Kurul kararı
ile herhangi bir somut gerekçe göstermeden ve yalnızca "Petrol Piyasası
Kanunu'nun 10.maddesi uyarınca" demek suretiyle,
iki ay süre ile "rafineri çıkış fiyatı", "akaryakıt dağıtım
tavan fiyatı" ve "bayi tavan fiyatı" belirleme esaslarını
uygulamaya koyduğunu, müvekkilinin davalılarla yaptığı bayilik sözleşmeleri
sebebi ile ortalama 32 TL/m3 kar ederken, kurul kararının yürürlüğe girdiği
tarihinden itibaren ortalama 107 TL/m3 zarar eder hale geldiğini belirterek,
bayilik sözleşmeleri kapsamındaki "motorin" alımlarına münhasır
olarak davalı kooperatif birlikleri ile yapılmış bulunan bayilik
sözleşmelerinin 21.03.2014 tarihinden geçerli olmak üzere gözden geçirilerek,
BK'nun 138.maddesi gereğince sözleşmelerin feshine karar verilmesini talep ve
dava etmiştir.
Dosya üzerinden karar verildiğinden davalıların cevaplarının alınmadığı
anlaşılmıştır.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, uyuşmazlığın taraflar arasında
yapılan bayilik sözleşmesinin iptali talebinden ibaret olup, bir uyuşmazlığın
ticari dava sayılması için TTK 4/1. maddeye göre her iki tarafın da tacir
olması ve ticari işletmeleri ilgili hususlardan doğması gerektiği, TTK 4/2.
maddesine göre ise tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın “a-f”
bentlerinde sayılan hususlardan doğan uyuşmazlıkların ticari dava sayıldığı,
kooperatiflerin tacir sayılıp sayılmayacağı hususunun değerlendirilmesi
gerekmekte olup, 6102 Sayılı TTK'nun 16 ve 124.maddesi gereğince kooperatifler ticaret
şirketi olup, tacir olarak kabul edilmesi gerekir ise de Yargıtay uygulamasının
aksi yönde olduğu (Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 2014/483 E., 2014/844 K.sayılı ve
11.02.2014 tarihli kararı), davalıların tacir olmadığının dava dilekçesi
içeriği ve tüm dosya kapsamı ile sabit olduğu, uyuşmazlığın TTK 4/2. md.de
“a-f” bentlerindeki hususlara dair de olmadığı, uyuşmazlığın ticari iş
niteliğinde olmasının o uyuşmazlığın ticari dava olarak görülmesini
gerektirmediği gerekçeleriyle davanın usulden reddine, kararın kesinleşmesinden
sonra talep halinde dosyanın görevli nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve davalı ... vekili
tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı temyizi bakımından, tarafların davaya konu bayilik sözleşmelerinin
ticari iş niteliğinde olduğu ve ticaret mahkemeleri tarafından bakılması
gerektiği gözetilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, davanın asliye
hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği belirtilerek yazılı şekilde görevsizlik
kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan
yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, taraflar arasında düzenlenen akaryakıt bayilik sözleşmelerinin
uyarlanması, bunun mümkün olmaması hâlinde ise feshi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin akaryakıt dağıtıcı lisansı sahibi şirket,
davalıların ise 1581 Sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu'na
göre kurulmuş kooperatif birlikleri olduğunu, davalıların üyelerine uygun
koşullarda akaryakıt sağlamak istemesi üzerine davaya konu akaryakıt bayilik
sözleşmelerinin yapıldığını, ancak sözleşmelerin devamı sırasında Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulunun 21.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren kararı ile
"rafineri çıkış fiyatı", "akaryakıt dağıtım tavan fiyatı"
ve "bayi tavan fiyatı" belirleme esaslarının uygulamaya konulduğunu,
piyasaya müdahale niteliğindeki bu beklenmedik karar sebebiyle davalılarla
uygulanan fiyatın maliyetlerin altına indiğini, davacı şirketin aylık ortalama
2.000.000,00 TL zarar eder hâle geldiğini, karşılıklı edimler arasındaki
dengenin bozulduğunu ve bu durumun katlanılmaz bir hâl aldığını ileri sürerek,
sözleşmelerin uyarlanmasına, bunun mümkün olmaması hâlinde ise feshine karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yerel mahkemece, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 16 ve 124. maddeleri uyarınca kooperatifler ticaret
şirketi olup tacir olarak kabul edilmesi gerekir ise de Yargıtay uygulamasının
aksi yönde olduğu, davalılar tacir olmadığından davanın da nispi ticari dava
olarak kabul edilemeyeceği, uyuşmazlığın ticari iş niteliğinde olmasının ise
davanın ticari dava olarak görülmesini gerektirmediği, görevli mahkemenin
asliye hukuk mahkemesi olduğu gerekçesiyle, göreve dair dava şartı noksanlığı
sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili ile davalılardan ... vekilinin temyizi üzerine karar, Özel
Dairece yukarda başlık bölümünde yazılı gerekçe ile bozulmuştur. Mahkemece
önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş, direnme kararını davacı vekili
temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yanlar
arasındaki akaryakıt bayilik sözleşmelerinin uyarlanması, olmadığı takdirde
feshine dair davanın ticari dava niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak
sonuca göre görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi mi, yoksa asliye ticaret
mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) yürürlüğe
girdiği 01.11.2011 tarihinden sonra 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102
Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (TTK) 5. maddesinde 6335 Sayılı Kanun ile
değişiklik yapılmış ve ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer
hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi olmaktan çıkarılıp görev
ilişkisine dönüştürülmüştür. Görev kuralları kamu düzenine dair olmasının
yanında HMK'nın 114. maddesinde açıkça dava şartı olarak
düzenlenmiş olduğundan, mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay'ca
re'sen dikkate alınması gerekir. Bu kuralın tek istisnası, 6335 Sayılı
Kanun'un 2. maddesiyle değişik 6102 Sayılı
TTK'nın 5/4. maddesinde düzenlenmiştir. Bu
düzenlemeye göre yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan
yerlerde, asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına
dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez.
Ticaret mahkemelerinin görevi TTK'nın 5. maddesinde düzenlenmiş ve maddenin
1. bendinde "Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya
tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari
nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir." denilmiştir.
Bir davanın ticari dava olup olmadığı ise TTK'nın 4. maddesinde gösterilen
ilkelere göre belirlenmekte olup, öğretide benimsenen görüşe göre de ticari
davalar kendi aralarında mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar olmak
üzere ikiye ayrılmaktadır. Mutlak ticari davalar için tarafların sıfatlarına ve
dava konusunun ticari işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmazken, nispi
ticari davalarda dava konusunun ticari işletme ile ilgili olup olmadığı kriter
olarak kabul edilmiştir.
Bu sebeple uyuşmazlığın çözümü için öncelikle "ticari işletme",
"ticari iş", "tacir" ve "ticari dava" kavramları
üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır.
Belirtmek gerekir ki 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun hazırlanmasında
esas itibariyle "ticari işletme" temelinden hareket edilmiş ve
ticaret hukukunun önemli kurumları ticari işletme kavramı ile bağlantı
kurularak tanımlanmıştır. Bu hususa TTK'nın 11. maddesinin gerekçesinde de
değinilmiş ve "...ticari işletme kanunun temelidir; yani merkez
kavramıdır; bu niteliği ile belirleyici, hatta tanımlayıcıdır..."
denilmiştir.
Ticari işletme, TTK'nın 11/1. maddesindeki tanıma göre; esnaf işletmesi
için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin
devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. Esnaf işletmesi ile ticari
işletme arasındaki sınırın ise Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak kararname
ile belirleneceği hükme bağlanmıştır. Görüleceği üzere ticari işletmenin
unsurları; esnaf işletmesi için öngörülen sınırın üzerinde bir gelir sağlamayı
hedef tutan faaliyet, devamlılık ve bağımsızlık olarak düzenlenmiştir. Buradaki
faaliyet iktisadi faaliyet olup, amacı gelir elde etmektir. Kanunda ticari
işletme için herhangi bir miktarda gelir değil, esnaf işletmesi için öngörülen
sınırı aşar düzeyde gelir sağlama amacı aranmıştır.
TTK'nın 3. maddesinde "ticari iş" kavramı açıklanmış ve "Bu
Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve
fiiller ticari işlerdendir." denilmiştir.
Bir işin ticari veya adi olması, farklı kuralların uygulanmasını
gerektirir. Bir işin ticari olup olmadığını kanunda öngörülen kurallar uyarınca
saptamak gerekir. Eğer iş ticari ise özel ticari kuralların uygulanması zorunlu
olur. Ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işler, yani, haklı veya haksız fiil
yahut işletmeyi ilgilendiren her iş ayrık durumlar dışında, ticari iş
sayılmıştır. Bu işler, eğer bir ticari işletmeyi ilgilendirmiyorsa ticari iş
sayılmazlar (Eriş, G.: Ticari İşletme ve Şirketler, Ekim 2014, C. I, s.292).
Ticaret hayatının temel süjesi olan "tacir" de yine işletme
kavramı bağlamında tanımlanmış ve "bir ticari işletmeyi kısmen de olsa
kendi adına işleten kişi"ye tacir deneceği TTK'nın 12/1. maddesinde
belirtilmiştir. Maddenin devam eden bentlerinde; bir ticari işletmeyi kurup
açtığını, sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka
bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş
olan kimsenin, fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılacağı ve bir
ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne
suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına ortak
sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyi niyetli üçüncü kişilere karşı tacir
gibi sorumlu olacağı hüküm altına alınmıştır.
Türk Ticaret Kanunu tacir kavramını gerçek kişiler ve tüzel kişilerde ayrı
ayrı ele almış, gerçek kişilerde tacir sıfatının kazanılması bir ticari
işletmenin mevcut olması, bir ticari işletmenin işletilmesi ve ticari
işletmenin kısmen de olsa o kişi adına işletilmesi unsurlarına bağlanmıştır.
Tüzel kişi tacir kavramının kapsamı ise TTK'nın 16/1. maddesinde
düzenlenmiştir.
TTK'nın "tüzel kişiler" başlıklı 16. maddesi, ticaret
şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir işletme işleten vakıflar,
dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre
yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye
ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar da
tacir sayılacaklarını belirlemiştir.
Aynı maddenin 2. bendi Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer
kamu tüzel kişileri ile kamu yararına çalışan dernekler ve gelirinin yarısından
fazlasını kamu görevi niteliğindeki işlere harcayan vakıflar, bir ticari
işletmeyi, ister doğrudan doğruya ister kamu hukuku hükümlerine göre yönetilen
ve işletilen bir tüzel kişi eliyle işletsinler, kendilerinin tacir
sayılmayacakları hükmünü içermektedir.
Tacir sıfatının ticari işletmeye bağlı olduğu düşünüldüğünde, adlarına
ticari işletme işletilen tüzel kişilerin kural olarak tacir sayılacağı açıktır.
Tacir sıfatına bağlanan hüküm ve sonuçları ise; iflasa tabi olmak, ticaret
unvanı kullanmak, işletmesini ticaret siciline tescil ettirmek, gerekli ticari
defter ve kayıtları tutmak, basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek, ticari
örf ve adetlere tabi olmak, kanunda öngörülen ihtar ve ihbar şekillerine uymak,
ticari iş karinesi, ticari işletmeyle ilgili görülen iş ve hizmetlerde
kararlaştırılmamış olsa bile ücret isteyebilmek, avanslar ve giderler için faiz
talep edebilmek, fatura vermek, faturaya ve teyit mektubuna süresinde itiraz
etmemenin neticelerine katlanmak, ücret ve cezai şartın indirilmesini
isteyememek, ticari yargı konusu olmak, ticari satış ve mal değişiminde özel
hükümler, mal ve hizmet tedarikinde geç ödemenin özel sonuçları ve hapis hakkı
bakımından özel düzenlemelerdir.
Bu açıklamalardan sonra "ticari dava" konusuna gelindiğinde ise
TTK'nın 4. maddesinde ticari davalar sayılmış olup bu maddeye göre her iki
tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ile
ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işleri ve tarafların tacir olup
olmadıklarına bakılmaksızın Türk Medeni Kanunu'nun, rehin karşılığında ödünç
verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969. maddelerinde, 6098 Sayılı Türk
Borçlar Kanunu'nun mal varlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin
birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına dair
444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini
düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine dair 532 ilâ 545, ticari
temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan
547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen
561 ilâ 580. maddelerinde; fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta; borsa,
sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere dair özel
hükümlerde ve bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç
para verme işlerine dair düzenlemelerde öngörülen hususlardan doğan hukuk
davaları ticari dava sayılır. Bu düzenlemeye göre bir davanın ticari dava
sayılabilmesi için tarafların her ikisinin tacir olması ve uyuşmazlığın her iki
tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğması veya ticari nitelikte
çekişmesiz yargı işi olması veyahut da açılan davanın maddede altı bent hâlinde
sayılan davalardan olması gerekir. Taraflardan biri tacir değilse veya tacir
olmasına rağmen uyuşmazlığın ticari işletmeyle ilgisi yoksa ticari davanın
varlığından söz edilemez.
Az yukarda açıklandığı gibi ticari davalar, mutlak ticari davalar ve nispi
ticari davalar olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Mutlak ticari davalar, tarafların tacir olup olmadığına ve işin bir ticari
işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın sırf dava konusunun
TTK'da düzenlenmesi sebebiyle ticari sayılan davalardır. Mutlak ticari davalar
TTK'nın 4/1. maddesinde bentler hâlinde sayılmıştır. Bunların yanında
Kooperatifler Kanunu (m.99), İcra ve İflas Kanunu (m.154), Finansal Kiralama
Kanunu (m.31) gibi bazı özel kanunlarda belirlenmiş ticari davalar da
bulunmaktadır. Bu gruptaki davaların ticari dava sayılabilmesi için
taraflarının tacir olması veya ticari işletmeleriyle ilgili olması gibi şartlar
aranmaz. TTK'nın 4/1. bendinde sınırlı olarak sayılan davalar arasında yer
alması veya özel kanunlarda ticari dava olarak nitelendirilmesi yeterlidir. Bu
davalar kanun gereği ticari dava sayılan davalardır.
Nispi ticari davalar ise, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olması
hâlinde ticari nitelikte sayılan davalardır. TTK'nın 4/1. maddesine göre her
iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir
olan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticari dava
sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticari işletmesini ilgilendirmesi hem de
iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça,
uyuşmazlık konusunun ticari iş niteliğinde olması veya ticari iş karinesi
sebebiyle diğer taraf için de ticari iş sayılması davanın ticari dava olması
için yeterli değildir. Ticari iş karinesinin düzenlendiği TTK'nın 19/2. maddesi
uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de
ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmez. TTK, kanun gereği
ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre
değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticari
nitelikte olması davayı ticari dava hâline getirmez.
Bu genel kuralın yanında TTK'nın 4. maddesinin son cümlesindeki düzenleme
sebebiyle yalnızca bir tarafın ticari işletmesini ilgilendiren havale ve vedia
gibi sözleşmelerden doğan davalarla fikri ve sınai haklara dair davalar da
ticari davadır. Yukarıda açıklandığı üzere bir davanın ticari dava sayılması
için kural olarak ya mutlak ticari davalar arasında yer alması ya da her iki
tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunması gerekirken, burada sayılan
davaların ticari nitelikte sayılması için yalnızca bir yanın ticari
işletmesiyle ilgili olması yeterli görülmüştür.
Somut olayda uyuşmazlık akaryakıt bayilik sözleşmelerinden
kaynaklanmaktadır. Bayilik sözleşmesi, Türk Borçlar Kanunu'nda veya özel
yasalarda düzenlenmemiş olmakla birlikte öğretide kendine özgü bir sözleşme
türü olarak kabul edilmekte ve taraflardan birinin (bayi) diğer tarafın
mallarını satmak ve sürümünü artırmak üzere kendi adına ve hesabına dağıtmayı
üstlendiği sürekli çerçeve sözleşme olarak tanımlanmaktadır. Bu tür
sözleşmelerden kaynaklanan davaların ticari dava olduğuna ya da asliye ticaret
mahkemelerinde görüleceğine dair yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu
nedenle, eldeki davanın ticari dava olarak kabulü için uyuşmazlık konusunun her
iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili olması ve her iki tarafın da tacir
olması gerekmektedir.
Her ne kadar Özel Daire bozma kararında davaya konu bayilik sözleşmelerinin
ticari iş niteliğinde olduğu, bu sebeple davanın ticaret mahkemesinde görülmesi
gerektiği belirtilmiş ise de, ticaret mahkemesinin görevinden, dolayısıyla işin
ticari olduğundan söz edilebilmesi için sırf işin ticari nitelikte olması ve
bir tarafın tacir olması yeterli olmayıp, her iki tarafın da tacir olması
gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta davacının tacir, işin de davacı şirketin
ticari işletmesiyle ilgili olduğu konusunda hiç bir tereddüt bulunmamaktadır.
Ancak, davalıların 1581 Sayılı Kanun ile kurulmuş olan tarım kredi kooperatif
birlikleri olduğu gözetildiğinde, görevli mahkemenin tayini için davalıların da
tacir olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Toplumların sosyal ve ekonomik kalkınmasında önemli bir rol oynayan
kooperatiflerin ülkemizdeki geçmişine bakıldığında; bugünkü tarım kredi
kooperatiflerinin çekirdeğini oluşturan ve adına "memleket sandığı"
denilen örgütlerin ilk kez 1863 yılında kurulduğu, Cumhuriyetin ilanından önce
TBMM hükümeti döneminde İktisat Vekâletince "İstihsal, Alım, Satım
Ortaklık Kooperatifleri Nizamnamesi"nin çıkarıldığı, Cumhuriyetin
ilanından sonra ise 5 Ocak 1924 tarihinde 396 Sayılı Kanun ile o zaman var olan
Kara Ticareti Kanunu'na "İşbu 15. maddede adı geçen üç çeşit şirketten
başka kooperatif yani ortaklık şirketleri de ticari şirketlerdendir"
şeklindeki fıkranın eklendiği, yine 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'ndan önce
yürürlükte bulunan 29.05.1926 gün ve 865 Sayılı Ticaret Kanunu'nun 121/I.
maddesinde düzenlenen ticaret şirketleri arasında "kooperatif
nevileri"nin de sayıldığı anlaşılmaktadır.
Kooperatifler, 1 Ocak 1957 tarihinde yürürlüğe giren 6762 Sayılı Türk
Ticaret Kanunu'nda ise "Ticaret Şirketleri" ile ilgili bölümün
sonunda yer alan 485 ilâ 502. maddeleri arasında düzenlenmiş, ancak bahsi geçen
hükümler 24.04.1969 gün ve 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun yürürlüğe
girmesi ile adı geçen kanunun 100. maddesi uyarınca yürürlükten
kaldırılmıştır.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde kooperatifin tanımı yapılmış
ve tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini
ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal
katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak
amacıyla gerçek kişilerle kamu tüzel kişileri tarafından kurulan değişir
ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklar olarak tanımlanmıştır. Esasen 1163
Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesindeki tanımda, 21.04.2004
tarihinde 5146 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce kooperatif hakkında
"teşekkül" ibaresi kullanılmışken anılan Yasa ile
"ortaklık" kavramı getirilmiş ve değişiklik gerekçesinde de,
kooperatiflerin nitelikleri hukuki bakımdan tartışma konusu olduğundan
"teşekkül" kavramı yerine "ortaklık" kavramı kullanılarak
kooperatiflerin gerçek kimliklerini kazanmalarının sağlanması olduğu
belirtilmiştir.
1581 Sayılı Kanunla kurulan tarım kredi kooperatifleri ise tarımsal üretimde
kullanılmak üzere ortaklarına olabildiğince uygun ve yeterli koşullarda kredi
sağlamak üzere kurulan kooperatiflerdir.
Bireylerin ekonomik ve sosyal yönden dayanışma ihtiyacından doğan
kooperatiflerin tacir olup olmadığı 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu döneminde
tartışmalara konu olduğu gibi 6102 Sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu'nun
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra da bu konudaki görüş
ayrılıkları devam etmiştir. Az yukarda belirtildiği gibi Kooperatifler
Kanununun 1. maddesinde yer alan ve kooperatiflerin ticaret şirketi olup
olmadığı, dolayısıyla tacir sayılıp sayılmayacağı tartışmalarının odağında
bulunan "teşekkül" ibaresi 5146 Sayılı Kanunla çıkarılıp, yerine
"ortaklık" ibaresi getirilmekle birlikte doktrin ve Yargıtay
kararlarında genel olarak kooperatiflerin ekonomik faaliyetini kâr amacı
gütmeden sürdürdüğü, kooperatif ortaklarının kazanç elde edip bunu paylaşmaktan
ziyade yardımlaşma ve dayanışma anlayışı içerisinde bir araya geldikleri, bu
sebeple Kanunda kooperatifler "ortaklık (şirket)" olarak belirtilmiş
olmakla birlikte bu ortaklığın "ticari nitelikte bir ortaklık" olduğu
yönünde açıklama bulunmadığı, Kooperatifler Kanunu'nun 99. maddesinde yer alan
bu kanundan kaynaklanan hukuk davalarının tarafların sıfatına bakılmaksızın
ticari dava sayılacağı yönündeki hükümle de kooperatifle ortakları arasındaki
uyuşmazlıkların amaçlandığı, kooperatiflerin sosyal bir fonksiyona sahip
kendine özgü ortaklıklar olduğu belirtilerek tacir olmadığı ifade edilmiştir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, yürürlükten kalkan 6762 Sayılı Türk
Ticaret Kanunu'nun 18/1. maddesinde olduğu gibi 6102 Sayılı
TTK'nın 16/1. maddesinde de bütün ticari şirketler
tacir olarak sayılmış, İkinci Kitabın "Ticari Şirketler" i düzenleyen
Birinci kısımda yer alan 124/1. maddesinde de 136. maddesi hükmü aynen tekrar
edilerek ticari şirketlerin kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif
şirketlerden ibaret olduğu belirtilmiştir.
Görüleceği üzere, Kooperatifler Kanunu yürürlükte olmasına karşın yeni
TTK'nda da kooperatiflerin ticaret şirketi olduğu açık bir biçimde hüküm altına
alınmıştır. Kanun koyucu yeni TTK'nda kooperatifleri ticaret şirketleri
arasında saymanın yanında, Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde
"ortaklık" olarak ifade edilen kooperatiflerin "ticari nitelikte
bir ortaklık" olup olmadığı konusunda gerek doktrin gerekse yargısal
kararlarda süregelen tartışmalar karşısında iradesini de 6102 Sayılı TTK'nın 124. maddesinin gerekçesinde net bir şekilde
açıklamıştır. Anılan madde gerekçesinde "kooperatif şirket" ibaresi
ile ilgili tartışmanın 2004 yılında çıkarılan 5146 Sayılı Kanun'la son bulduğu,
çünkü anılan Kanunun kooperatifin şirket olduğunu belirttiği, gerçi
Kanunun 1. maddesinde kooperatifin şirket olduğu
ifade edilmekte ise de ticaret şirketi olup olmadığını açıkta bıraktığı, bu
boşluk dolayısıyla bir tartışma başlatılabilir ve kooperatifin ticaret şirketi
olmadığı teorik olarak ileri sürülebilir ve 124. maddenin kooperatifi ticaret
şirketi olarak kabul etmesi eleştirilebilirse de böyle bir tartışmanın
kooperatif şirketin niteliği tartışmasını davet edeceği belirtilerek
"...Anılan şirket adi şirket olamayacağına göre Türk hukukunda üç çeşit
şirket ortaya çıkmış olur. Kooperatif şirkete uygulanacak hükümler sorunu da
diğer sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. Tasarı, tüm bu çözümün güç
sorunları ortadan kaldırmak amacıyla kooperatifin ticaret şirketi olduğunu
hükme bağlamıştır." demek suretiyle kooperatiflerin ticaret şirketi
olduğunu vurgulamıştır. Kanun koyucunun kooperatifi ticaret şirketi,
dolayısıyla tacir sayma iradesinin varlığı oldukça açıktır.
Yeni Türk Ticaret Kanunu bakımından da ticaret şirketleri arasında sayılan
kooperatiflerle ilgili ana düzenleme şüphesiz ki 1163 Sayılı Kooperatifler
Kanunu'dur. Bu Kanunun 3. maddesinde kooperatif ve şubelerinin
ticaret siciline tescil olunacağı, 7. maddesinde kooperatifin ticaret siciline
tescil ile tüzel kişilik kazanacağı, 98. maddesinde de bu Kanunda aksine
açıklama olmayan hususlarda TTK'daki anonim şirketlere ait hükümlerin uygulanacağı
düzenlenmiştir. Bu düzenleme sebebiyle TTK'nın özellikle anonim şirketlere dair
hükümleri ile 1163 Sayılı Kanuna aykırı olmayan birleşme, bölünme ve tür
değiştirmeye dair hükümlerinin kooperatiflere uygulanacağı ve kooperatiflerin
de defter tutmak zorunda olduğu açıktır. Ayrıca 99. maddesinde tarafı olduğu
hukuk davalarının ticari dava sayılacağı düzenlendiği gibi 2004 Sayılı İcra ve
İflas Kanunu'nun 179. maddesindeki düzenleme uyarınca
kooperatiflerin iflasa tabi oldukları da gözden kaçırılmamalıdır.
Tüm bu yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde kooperatiflerin
ticaret şirketi ve tacir olduğu açıkça görülmektedir. Bu açık kanun hükümleri
karşısında ticaret siciline tescili zorunlu olan, ancak bu şekilde tüzel
kişilik kazanabilen, ticari defterler tutan, ortaklarının sermaye koyma borcu
bulunan, şirketler ile birlikte düzenleme yapılıp birleşme, bölünme ve tür
değiştirme şartları düzenlenen ve iflasa tabi olan kooperatifin ticaret şirketi
ve tacir sayılmaması mümkün değildir. Ayrıca belirtmek gerekir ki,
kooperatifler tek amacı kâr elde etmek olmamakla birlikte, ortaklarının
ekonomik menfaatlerini geliştirmeyi amaçlayan ticari birer ortaklıktır.
Kooperatiflerin kârlılık ilkesini büsbütün bir kenara bıraktıkları da
söylenemez, aksi takdirde varlıklarını sürdürmeleri beklenemez. Kâr elde edilip
bunun ortakları arasında paylaşılıp paylaşılmadığı, diğer bir deyişle ne
şekilde tasarruf edildiği kooperatifin amacının ekonomik olduğu gerçeğini
değiştirmemektedir. Kooperatif şirketinin TTK'nın 124. maddesinde kişi ve
sermaye şirketleri arasında gösterilmemiş olması da kanunun açık lafzı
karşısında kooperatifin ticaret şirketinin sayılmasına engel değildir.
Kooperatif şirketler bütün ticaret kanunlarında adı geçen ticari
ortaklıklardan biri olduğu gibi 865 Sayılı Ticaret Kanunu döneminde verilen
07.11.1945 gün ve 1944/8 E., 1945/14 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Genel Kurulu Kararında da kooperatif şirketleri, ortaklarının sıfatı ve
işlemlerinin niteliği ne olursa olsun ticaret şirketi kabul edilmiştir. O
dönemde yapı kooperatiflerinin tacir sayılıp sayılmayacağı konusunda farklı
yargı kararlarının ortaya çıkması sebebiyle içtihatların birleştirilmesi yoluna
gidilmiş ve "Ticaret Kanunu'nda, mutlak surette tacir addolunacağı ve
ticaret şirketleri nevinden olduğu tasrih olunan ve ticaret şirketlerinin bütün
mümeyyiz vasıflarını haiz bulunan kooperatif şirketlerini, muameleleri bakımından
medeni veya ticari diye ayırt etmeye kanun hükümleri müsait olmadığından, bu
şirketleri, ortaklarının sıfatı ve muamelelerinin vasfı ne olursa olsun sadece
ortaklığın hukuki şekline göre ticari şirketlerden madut olduğuna ve şirket
azası arasında çıkan davanın Ticaret mahkemelerinde görülmesi gerekli
bulunduğuna" karar verilmiştir.
Öğretide de, Kooperatifler Kanununun 1. maddesinde 2004 yılında yapılan
değişiklik ile kooperatifin tacir olup olmadığı hususundaki tartışmanın
noktalandığı ve kooperatifin şirket niteliğinde bulunduğunun vurgulandığı, 6102
Sayılı TTK'nın 124/1. maddesiyle de ticaret şirketi
niteliğinde olduğunun bir kez daha teyit edildiği (Arkan, S.: Ticari İşletme
Hukuku, 20.Bası, 2015, s.123), kooperatifin tacir sayılmayacağı yönündeki
yorumun kanuna aykırı (contra legem) bir yorum faaliyeti olduğu, 07.11.1945 gün
ve 1944/8 E., 1945/14 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
kararında da tespit edildiği üzere kooperatifin "... ticari işletme
işletip işletmediğinden bağımsız olarak (hukuki) şekli (kalıbı) dolayısıyla
tacir..." (Kırca, İ.: Kooperatiflerin Tacir Niteliği Hakkında, Banka ve
Ticaret Hukuku Dergisi, Haziran 2017, s.5-25) olduğu ifade edilmektedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, Kooperatifler Kanunu'nun 1.
maddesindeki tanımda kooperatifin ortaklık olduğu belirtilmiş ise de bunun
ticari nitelikte bir ortaklık olduğunun belirtilmediği, kooperatiflerde amacın
kazanç elde edip bunu ortaklar arasında paylaşmak olmayıp, ortakların ekonomik
menfaatlerini, özellikle meslek veya geçimlerine dair ihtiyaçlarını iş gücü ve
parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle korumak
ve gidermek maksadıyla bir araya geldikleri, aksi bir kabulün Anayasa'nın
kooperatifleri düzenleyen hükmünde belirtilen amacına uygun düşmeyeceği,
Yargıtay'ın istikrar kazanan kararlarında da kooperatiflerin tacir olarak kabul
edilmediği, bu durumda somut olayda davacının ticari işletmesiyle ilgili bir
uyuşmazlık var ise de davalı taraf için ticari işletmeyle ilgili bir
uyuşmazlığın söz konusu olmadığı, dolayısıyla eldeki davanın nispi ticari dava
olarak kabul edilemeyeceği ve yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü
ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarda açıklanan gerekçelerle kurul
çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Somut olayda davalı kooperatiflerin tacir olduğu, faaliyetleri bakımından
da akaryakıt satım işletmesine sahip bulundukları ve bu kapsamda bayilik
sözleşmeleri yaptıkları anlaşılmakla açılan davaya bakma görevinin ticaret
mahkemesine ait olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Hâl böyle olunca, eldeki davaya bakma görevi 6102 Sayılı TTK'nın 4/1. maddesi uyarınca ticaret mahkemesine
ait olup, Özel Dairenin bozma gerekçesi yanında yukarda açıklanan genişletilmiş
gerekçe ile bozma kararına uyulması gerekirken, göreve dair dava şartı noksanlığı
sebebiyle davanın usulden reddine dair verilen önceki kararda direnilmesi usul
ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan sebeplerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarda
açıklanan gerekçelerle BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının
yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 29.11.2017 gününde oy
çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusunun davacının ticari
işletmesiyle ilgili olup aynı konunun davalılar için de ticari işletmesiyle
ilgili olup olmadığı, 6102 Sayılı TTK'nın 4/1. maddesi uyarınca her iki tarafın
ticari işletmesiyle ilgili hukuk davası (nispi ticari dava) olup olmadığı
konusudur. Her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hukuk davası var denilir
ise nispi ticari dava sayılıp asliye ticaret mahkemesi görevli olacak, davalı
tarafın ticari işletmesiyle ilgili bir dava yok sayılır ise nispi ticari dava
sayılmayıp genel görevli asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır.
Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu, davalı tarafta yer alan tüzel kişi
kooperatifler hakkındaki davanın da ticari işletmeleriyle ilgili nispi ticari
dava kabul ederek asliye ticaret mahkemesinin görevli olduğunu kabul etmiştir.
Aşağıda açıkladığım sebeplerle çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde kooperatifler, "Tüzel
kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve
özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını iş gücü ve parasal
katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak
amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir
sermayeli ortaklıklar” olarak tanımlanmıştır. Maddede, kooperatifin ortaklık
(şirket) olduğu belirtilmiş ise de, bu ortaklığın “ticari nitelikte bir
ortaklık” olduğu yönünde bir açıklama ve belirleme yapılmamıştır.
Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde gösterilen bu tanımdan açıkça
anlaşılacağı üzere kooperatiflerde amaç, diğer ticaret şirketlerinden farklı
olarak kazanç elde etmek ve bunu ortakları arasında paylaşmak olmayıp,
ortakların ekonomik menfaatlerini, özellikle meslek veya geçimlerine ait
ihtiyaçlarını iş gücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve
kefalet suretiyle sağlayıp korumak ve gidermektir. Kooperatifler, kâr - zarar
amacından ziyade sosyal yönü ağır basan ortaklıklardır. Bu tanım ve amaç 2709
Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'mn 171. maddesinde, "Devlet, milli
ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artınlmasını ve
tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak
tedbirleri alır." şeklinde anlamını bulmuştur. Bu tanım ve düzenlemelere
göre, yapı kooperatiflerini tacir kabul edip, tacir sıfatının sonuçlarıyla
sorumlu tutmak mümkün değildir. Aksi bir kabul, kooperatiflerin ticari kazanç
elde etme amacına yönelik hareket etmeleri sonucunu doğurur ki, bu durumun
Anayasa'da dahi kendisine yer verilen kooperatifçiliğin amacına uygun
düşmeyeceği açıktır.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 124/1. maddesinde, "Kooperatifler"
ticaret şirketleri arasında sayılmış ise de, aynı maddenin 2. bendinde
kooperatifler "Şahıs şirketleri" ve "Sermaye şirketleri"
arasında gösterilmemiştir. TTK'nın 124. maddesinin 1 ve 2. bentleri ile 1163
Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesi birlikte değerlendirildiğinde
yapı kooperatiflerinin "ticaret şirketi" olmadığı, sosyal niteliği
ağır basan kendine özgü bir ortaklık olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki, bu
düzenlemelere benzer hükümler, 6762 Sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nda da
bulunmasına rağmen (md 18, 136), Yargıtay'ın istikrar kazanan uygulamasında
yapı kooperatifleri tacir olarak kabul edilmemiştir. (Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu'nun 07.02.1996 tarih ve 1995/956 E, 196/45 K., Yargıtay 15. Hukuk
Dairesi'nin 11.6.2015 tarih ve 2014/5062 E, 2015/3271 K. Yargıtay 23. Hukuk
Dairesi'nin 05.04.2016 tarih ve 2014/10937 E., 2016/2136 K. Ve 08.06.2016 tarih
ve 2015/1147 E., 2016/3470 Sayılı ilamları aynı yöndedir.)
Davalı tüzel kişi kooperatifler 1581 Sayılı kanuna göre kurulmuş tarım
kredi kooperatifleri ve birlikleridir. 1163 Sayılı Kooperatifler
Kanununun 1. maddesine benzer şekilde aynı ifade ve
ibareler 1581 Sayılı Kanun'un 1. maddesinde yer almakta, fazla olarak 2.
fıkrasında ''ortak ürünleri üzerinde ticaret ve komisyonculuk yapanlar, faizle
para veya mal olarak kredi verenler bu kooperatiflere giremezler'' demektedir
ki evleviyet kuralı ve yasaklama gözetildiğinde, ticari iş ve işletmeleriyle
ilgili bir uyuşmazlık olmadığını kabulde zorunluluk bulunmaktadır.
Hal böyle olunca davacı tarafın ticari işletmesiyle ilgili bir uyuşmazlık
var ise de yukarda sayılan kanuni düzenlemeler gözetildiğinde davalı taraf için
ticari işletmesiyle ilgili bir uyuşmazlık bulunmadığını kabul etmek zarureti
ortaya çıkmaktadır. 6102 Sayılı TTK'nın 4/1. maddesi uyarınca her iki tarafın
ticari işletmesiyle ilgili hukuk davası (nispi ticari dava) olmadığı, buna göre
asliye ticaret mahkemesi değil asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Aynı yöne
ilişen direnme kararı da usul ve yasaya uygun olup onama görüşünde olduğumdan
aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılamıyorum.