28 Eylül 2018 Cuma

REHİN CİROSU, ÇEKTE REHİN CİROSU, MENFİ TESPİT DAVASI, HUKUK GENEL KURULU KARARI 2018

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2017/19-817

K. 2018/1145

T. 30.5.2018

• MENFİ TESPİT DAVASI ( Çekin Rehin Cirosu İle Devredilmediği - Kredinin Teminat Alınarak Kullandırılacağına Dair Yapılan Genel İfadelerin de Çekin Rehin Cirosu İle Devredildiğini Göstermeyeceği/Açıklanan Yönler Gözetilmeden Davanın Kabulüne Karar Verilmesinin Doğru Görülmediği )

• REHİN CİROSU ( Çekte Rehin Cirosu Yapılamayacağı - Çekin Sadece Tahsil veya Temlik Cirosuyla Verilmesi Mümkün Olup Yasada Çeklere Uygulanacak Poliçe Hükümlerinin Sayıldığı Maddede Rehin Cirosuna Dair Bir Atıf Yapılmadığı/Çekte Rehin Cirosu Yapabilmek Yolunun Kapatılmasının Sebebinin Çekin Bir Ödeme Vasıtası Olması Olduğu )

• ÇEKİN CİRO EDİLMESİ ( Çekte Ancak Tahsil veya Temlik Cirosu Yapılabileceği - Davaya Konu Yapılan Çekin Lehtarı Tarafından Yapılan Ciroda Yer Alan Emrine Ödeyiniz İbaresinden de Anlaşılacağı Gibi Çekin Rehin Cirosu İle Devredilmediği/Menfi Tespit Davası )

• KREDİ TEMİNATI ( Bir Ödeme Vasıtası Olarak İbraz Edildiği Anda Ödenmesi Gereken Çek Bedelinin Tahsil Edilip Rehnolunmasının Daha Devamlı ve Emin Bir Teminat Teşkil Edeceği - Kredinin Teminat Alınarak Kullandırılacağına Dair Yapılan Genel İfadelerin Çekin Rehin Cirosu İle Devredildiğini Göstermeyeceği/Menfi Tespit )

6762/m.601,730

ÖZET : Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Çekte rehin cirosu yapılamaz. Çekin sadece tahsil veya temlik cirosuyla verilmesi mümkündür. Çeklere uygulanacak poliçe hükümlerinin sayıldığı maddede rehin cirosuna dair bir atıf yapılmamıştır. Çekte rehin cirosu yapabilmek yolunun kapatılmasının sebebi, çekin, bir ödeme vasıtası olmasıdır. Kısa süre içinde ödenmesi şart bulunan bir senedin, teminat kabilinden ciro edilmesi uygun görülmemiştir. Bir ödeme vasıtası olarak ibraz edildiği anda ödenmesi gereken çek bedelinin tahsil edilip rehnolunmasının, daha devamlı ve emin bir teminat teşkil edeceği tabiidir. Çekte ancak tahsil veya temlik cirosu yapılabileceği, davaya konu yapılan çekin lehtarı tarafından yapılan ciroda yer alan “emrine ödeyiniz” ibaresinden de anlaşılacağı gibi, çekin rehin cirosu ile devredilmediği, kredinin teminat alınarak kullandırılacağına dair yapılan genel ifadelerin de çekin rehin cirosu ile devredildiğini göstermeyeceği sonucuna varılmıştır. Mahkemece, açıklanan yönler gözetilmeden yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
DAVA : Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 5. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.12.2012 gün ve 2011/598 E.-2012/532 K. sayılı karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.05.2013 gün ve 2013/6079 E., 2013/9106 K. sayılı kararı ile;
"...Davacı vekili, müvekkili ile dava dışı... Gıda Ltd.Şti. arasında imzalanan protokol gereğince müvekkilinin dava dışı şirketten kamyonet malzemesi alacağını, karşılığında müvekkilinin davaya konu çeki verdiğini, ancak dava dışı şirketin söz konusu malları teslim etmediğini, bu sebeple bononun bedelsiz kaldığını, çekin davalıda olduğunu ve takibe konulduğunu oysa davalının iyi niyetli hamil olmadığını zira çek ile rehin cirosu yapılamayacağını belirterek müvekkilinin bu çekten dolayı borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin iyi niyetli hamil olduğunu, bu çekin kredi borcuna teminat amacıyla verildiğini çekin arkasındaki cironun rehin cirosu olduğunun davacının iddiası olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, cevap ve toplanan deliller doğrultusunda 26.12.2008 keşide tarihli 29.950.TL bedelli çekten dolayı davacının dava dışı... Ltd.Şti.ne borçlu olmadığının tespit edildiği, yine dava dışı bu şirket tarafından davalı bankaya kredi borcuna teminat olarak verildiğinin yazılı belge ile sabit olduğu, bu sebeple TTK'nun 730/1-4. maddesi uyarınca çekte rehin cirosunun olamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı TTK'nun 601.maddesine göre rehin cirosu "bedeli teminattır", "bedeli rehindir" veya bunlara uygun bir ibarenin senede yazılması ve altının meşru hamil tarafından imzalanıp senedin rehnalana teslimi ile oluşur. Senette yukarda açıklanan ibarelerden birinin yer almaması halinde senedin rehin cirosu ile değil temlik cirosu ile verildiği kabul edilmelidir. Dava konusu çekin lehtarı tarafından yapılan ciro da çekin davalı banka "emrine ödeyiniz" ibaresi yer almakta olup ibarede çekin rehin cirosu ile devredilmediğini göstermektedir. Mahkemenin gerekçesinde yer alan 20.08.2008 tarihli karar föyünde davaya konu çek belirtilmiştir. Genel olarak kredinin teminat alınarak kullandırılacağına dair açıklamalar davaya konu çekin de rehin cirosu ile verildiğini göstermez. Mahkemece, açıklanan yönler gözetilmeden yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir …"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkili ile dava dışı şirket arasında kamyonet malzemesi alımı konusunda protokol imzalandığını, müvekkilinin bu amaçla verdiği çekin malın teslim edilmemesi nedeni ile bedelsiz kalmasına rağmen çeki elinde bulunduran davalı tarafından icra takibine konu edildiğini, çekte rehin cirosu yapılamayacağını ve davalının iyi niyetli hamil olmadığını belirterek müvekkilinin 26.12.2008 tarihli çekten ötürü borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili müvekkilinin iyi niyetli hamil olduğunu, çekin kredi borcuna karşılık teminat olarak verildiğini ve cironun rehin cirosu olduğu iddiasının soyut nitelikte olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davalı bankanın dava dışı şirket ile 24/06/2008 tarihli genel kredi sözleşmesi imzaladığı, kullandırılan kredi karşılığında davaya konu çek de dâhil olmak üzere 12 adet çekin alındığı, 20/08/2008 tarihli şube içi kredi komitesi karar föyünden... Ltd. Şti.'ye açılacak kredi için "mevcut ve alınacak teminatlar" başlıklı bölümde "mevcut teminatlar" kısmında nakit krediler için 50.000,00 TL'yi aşan kısım için riskin %125'i kadar müşteri çeki alınacaktır” ibaresinin bulunduğu, "teklif edilen teminatlar" kısmında da aynı ibarenin tekrarlandığı açıklamasına yer verildiği, davalı bankanın açtığı kredinin teminatı olarak müşteri çeklerini aldığı, yazılı belge ile saptanan durum karşısında davalı bankanın çekin teminat ( rehin ) çeki olmadığı yönündeki savunmasına itibar edilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı banka vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı banka vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davaya konu çek üzerindeki cironun hangi amaçla yapıldığı ( temlik, rehin vs. ), burada varılacak sonuca göre davacının menfi tespit isteminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde fayda vardır.
( İşlem tarihinde yürürlükte bulunan ) 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 601. maddesi:
“Ciro, "Bedeli teminattır", "Bedeli rehindir" ibarelerini yahut terhini ifade eden diğer herhangi bir kaydı ihtiva ederse, hamil poliçeden doğan bütün hakları kullanabilir; fakat kendisi tarafından yapılan bir ciro ancak tahsil cirosu hükmündedir.
Poliçeden mesul olanlar, kendileriyle ciranta arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan defileri hamile karşı ileri süremezler; meğer ki, hamil poliçeyi iktisabederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun.” hükmünü içermektedir.
Aynı Kanunun 730. maddesinde ise poliçeye dair bazı hükümlerin çekler hakkında da uygulanacağı belirtilmiş olup, adı geçen maddede rehin cirosu ile ilgili olarak 601. maddeye yapılmış bir atıf bulunmamaktadır.
“Çekte rehin cirosu yapılamaz. Çekin sadece tahsil veya temlik cirosuyla verilmesi mümkündür. Çeklere uygulanacak poliçe hükümlerinin sayıldığı maddede rehin cirosuna dair bir atıf yapılmamıştır.
Çekte rehin cirosu yapabilmek yolunun kapatılmasının sebebi, çekin, bir ödeme vasıtası olmasıdır. Kısa süre içinde ( vadeli! ) ödenmesi şart bulunan bir senedin, teminat kabilinden ciro edilmesi uygun görülmemiştir. Bir ödeme vasıtası olarak ibraz edildiği anda ödenmesi gereken çek bedelinin tahsil edilip rehnolunmasının, daha devamlı ve emin bir teminat teşkil edeceği tabiidir.
Aynı şekilde çekin, Türk Medeni Kanunu'nun rehne dair hükümlerinden yararlanılarak rehnedilmesi imkânı da vardır” ( Öztan, F:Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2012,s.278 vd. ).
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, çekte ancak tahsil veya temlik cirosu yapılabileceği, davaya konu yapılan çekin lehtarı tarafından yapılan ciroda yer alan “ emrine ödeyiniz” ibaresinden de anlaşılacağı gibi, çekin rehin cirosu ile devredilmediği, kredinin teminat alınarak kullandırılacağına dair yapılan genel ifadelerin de çekin rehin cirosu ile devredildiğini göstermeyeceği sonucuna varılmıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında çekte rehin cirosu ile devri mümkün olmadığı, ancak davalı bankanın çeki bu amaçla aldığının kabulü hâlinde ve çekin davalı bankaya geçiş tarihinin 20.08.2008 tarihinden önce olması durumunda gizli ( örtülü ) rehin cironun varlığından söz edilebileceği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca Yerel Mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak karar verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.05.2018 gününde oy çokluğuyla karar verildi.

17 Eylül 2018 Pazartesi

TASARRUFUN İPTALİ ŞİRKET HİSSESİ

T.C. YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ

E. 2009/8068 K. 2009/7497 T. 12.11.2009

DAVA : Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili davalılardan Tuncer Çak.'ın müvekkiline olan borcu nedeniyle hakkında yaptıkları icra takibi sırasında borcuna yetecek haczi kabil malının bulunmadığını, ancak kendisine ait ‘B... Unlu Mamuller Turizm İnşaat San. ve Tic. Ltd. Şirketindeki' hisselerini düşük bir bedelle yakın arkadaşı olan diğer davalı Iraz Çam. Kah.'a alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla sattığını öne sürerek yapılan tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılardan Iraz Çam. Kah. şirketin borca batık olduğunu, kendisinin diğer davalının durumunu bilmediğini, şirket hisselerinin değerinin üzerinde satın alındığını ve iyi niyetli olduğunu savunarak davanın reddini istemiş, diğer davalı cevap vermemiştir.
Mahkemece tasarrufun iptali için gerekli şartların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava İİK.nun 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun Iptali isteğine ilişkindir. Mahkemece borçlu davalının diğer davalıya yaptığı şirket hissesi devrinin şirketin borca batık olması nedeniyle alacaklıların zararına yapılmış bir tasarruf mahiyetinde görülmemesi ve yasada yazılı iptal koşullarının oluşmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. İİK.nun 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan iptal davası borçlunun alacaklılarına zarar veren bazı tasarruflarını alacaklı davacı bakımından alacağı oranında hükümsüz hale getirmeye yarayan ve borçluların haciz ve iflas gibi tasarruf yetkilerinin kısıtlanmasından önce alacaklılarından mal kaçırmak kastı ile, kötü niyetle yapmış oldukları hukuki işlemleri davacı alacaklı bakımından hükümsüz sayarak borçlunun mal varlığından çıkardığı mal üzerinde alacaklının cebri icra yolu ile alacağını elde etmesini sağlayan bir davadır. Aynı yasanın 278 ve 279. maddelerinde sayılan koşulların varlığı halinde tasarrufun, başka bir sebep aranmaksızın mutlak surette iptale tabi olduğu, 280.maddede ise malvarlığı borçlarına yetmeyen borçlunun alacaklılarına zarar verme kastı ile yaptığı işlemlerin borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği belirtilmiştir. Somut olayda davaya konu edilen tasarruf borçlu davalı Tuncer Çak.'a ait şirket payının diğer davalı Iraz Çam. Kah.'a düşük bedelle ve muvazaalı olarak satılmasıdır. Davaya konu edilen şirketin borca batık olması nedeni ile satışından alacaklıların zarar görmeyeceğinin kabulü yukarda belirtilen yasa maddelerine uygun düşmemektedir. Bu nedenle dava şartlarının oluşmasından sonra, tasarrufa konu edilen şirket paylarının tasarruf tarihindeki değerlerinin saptanarak, satış değeri ile gerçek değeri arasında fahiş fark olup olmadığının belirlenmesi, davalılar arasında akrabalık, iş arkadaşlığı, komşuluk gibi bir yakınlığın olup olmadığının araştırılması, davalı 3. kişi olan Iraz Çam. Kah.'ın borçlunun alacaklılardan mal kaçırma kastını bilebilecek durumda olup olmadığının tesbiti, şirket paylarının satışının İİK.nun 280 /son maddesinde yazılı olan ticari işletmenin devri niteliğinde olup olmadığı ve davada İK.nun 278, 279 ve 280. maddelerindeki iptal koşullarının ayrı ayrı tartışılıp toplanan ve toplanacak tüm delillerin hep birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları yerindedir, kabulü ile hükmün yukarda açıklanan nedenlerden ötürü BOZULMASINA, 12.11.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 

ŞUFA DAVASI TASARRUFUN İPTALİ

İİK. mad. 277 vd.nda düzenlenen iptal davası açma hakkının muvazaaya dayanarak dava açmasına engel olmadığı- Açılan şuf'a davasının alacaklıdan mal kaçırmaya yönelik olarak kullanılması durumunda şuf'a davasına konu tasarruf yönünden iptal davası açılabileceği-

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı Mustafa vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Hükmüne uyulan Dairemizin bozma ilamında özetle,dava dilekçesindeki ileri sürülüşe ve yargılama aşamasındaki açıklamalara göre, davanın niteliği itibarıyla BK'nun 18. maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davası olduğu, davacının iddiasına göre bu davadaki amacın alacaklarını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamak olduğu, İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkının genel hükümlere muvazaaya dayanarak dava açmasına engel olmadığı, davanın İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğu yolundaki mahkeme kabulünün doğru olmadığı, mahkemece danışıklı işlemin var olup olmadığı konusunda toplanan ve toplanacak taraf delilleri değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisinin isabetli olmadığı gereğine değinilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, davalıların davacıyı zor durumda bırakmak amacıyla taşınmazı satmış gibi gösterdikleri, gerçekte taşınmazın satılmadığı, davalı Mustafa'nın şuf'a davası açmak suretiyle muvazaa iddiasını çürütmeye çalıştığı, hazırladıkları plana uygun olarak taşınmazın önce Erdal'a satılmış gibi gösterildiği, Mustafa'nın şuf'a hakkını kullanıyormuş gibi ona karşı dava açtığı, şuf'a bedelini yatırdıktan sonra arkadaşı aracılığıyla davalı Erdal'dan geri aldığı yapılan işlemlerin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne dava konusu taşınmazların davalı Ömer'e ait olan ve Erdal'dan şuf'a yolu ile Mustafa'ya geçen 1/4 oranındaki hissenin satış ve şuf'a yoluyla geçen tapusunun iptali ile eski malik Ömer adına tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Mustafa vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı doğrultusunda inceleme yapılıp hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, bozmanın kapsamı dışında kesinleşmiş olan yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenemeyeceğine, davalı borçlu Ömer ile 3. kişi Erdal arasındaki 15.11.2003 tarihli tasarrufun iptale tabi olduğunun kesinleşmiş mahkeme kararı ile tespit edilmiş bulunmasına, davalı 4. kişi Mustafa'nın şuf'a hakkını kullanmış olduğu davanın kabul ile sonuçlanmış olması yanında davalı Mustafa'nın kardeşi olan davalı borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak ya da alacaklılarına ızrar kastı ile hareket ettiğini bilebilecek kişilerden olması nedeniyle de davalı Mustafa'ya yapılan tasarrufun iptali gerekeceğine, açılan şuf'a davasının somut olayda olduğu gibi alacaklıdan mal kaçırmaya yönelik olarak kullanılması durumunda şuf'a davasına konu tasarruf yönünden iptal davası açılmasına da engel yasal bir düzenleme bulunmasına (Dairemizin 17.6.2013 tarih 2012/9145 Esas-2013/9179 karar sayılı ilamı aynı doğrultudadır) ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre, davalı Mustafa vekilinin yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 5,613,23 TL kalan onama harcının temyiz eden davalı Mustafa'dan alınmasına 17.9.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.


17. HD. 17.09.2013 T. E: 12465, K: 12354

TAHSİL HARCI İSTENEMEYECEĞİ - KISMİ HACİZ KALDIRMA


T.C. YARGITAY    8. Hukuk Dairesi
ESAS NO                : 2016/7421
KARAR NO            : 2017/6051         
Y A R G I T A Y   İ L A M I
Şikayet
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili  tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
K A R A R
Alacaklı vekili İcra Mahkemesi'ne başvurusunda; borçlu aleyhine yapılan takibin kesinleşmesi üzerine borçluya ait taşınmazlar ve banka hesaplarına haciz konulduğunu, alacağın henüz tahsil edilmediğini, İcra Müdürlüğü'nden borçlunun İNG Bank'taki hak ve alacakları üzerindeki haczin kaldırılmasını talep etmeleri üzerine tahsil harcının dosyaya yatırılması halinde işlem yapılmasına karar verildiğini belirterek 16.06.2015 tarihli Müdürlük kararının iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece; şikayetin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 28/b maddesine göre, tahsil harcı, alacağın ödenmesi sırasında yatırılan paradan tahsil edilir.
Somut olayda, dosyadaki hacizlerin tümden kaldırılması istenmemiştir. Bu durumda alacaklının, borçlunun İNG Bank nezdindeki hak ve alacakları üzerindeki haczin kaldırılması talebinin alacağın haricen tahsil edildiği anlamına gelmediği, anılan nedenle de alacaklıdan tahsil harcı istenemeyeceğinin kabulü gerekir .
Bu halde Mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde istemin reddine karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA; taraflarca İİK'nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın temyiz edene iadesine,  24.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan
F. AKÇİN

Üye
N. ŞİMŞEK

Üye
A. KELLECİOĞLU

Üye
N. BEYAZITOĞLU KUŞÇUOĞLU
Üye  F. EROĞLU

GK.Karşılaştırıldı.

AİLE KONUTU ŞERHİ - CEBRİ İHALE SONRASI AÇILAMAZ

T.C.
Yargıtay 
2. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/14523
Karar No:2015/15481 



Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı banka vekili tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, aile konutu üzerine davalı banka lehine "davacı eşin açık rızası" alınmadan 02.12.2010 tarihinde tesis edilen ipoteğin kaldırılması talebiyle açılmış, davacı vekili tarafından bilahare 20.03.2013 tarihinde dava ıslah edilmiş, ıslahla taşınmazın tapu kaydının iptali ve mülkiyetin önceki haline iadesi talebine dönüştürülmüştür. Dava konusu taşınmazın, "ipoteğin paraya çevrilmesi" yoluyla yapılan takip sonucu 13.12.2012 tarihinde alacağına mahsuben davalı bankaya ihale edildiği, davalı bankanın taşınmazın mülkiyetini cebri ihale ile kazandığı, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesi aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin iradi tasarruflarını diğer eşin açık rızasına bağlamıştır. Cebri ihaleye dayanan mülkiyet aktarımı, bu madde kapsamına giren bir tasarruf niteliğinde değildir. Mülkiyeti nakleden cebri ihalenin, davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilmiş olan ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takibe dayanıyor olması da , cebri ihaleden önce ipotek hükümsüz kılınmadıkça sonuca etkisi bulunmamaktadır. İhalenin feshi talebiyle açılan dava da reddedilmiş ve karar 12.11.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Bu durumda davalı bankanın mülkiyeti kazanmasının dayanağı cebri ihale geçerli ve ayaktadır. Açıklanan bu hukuki durum karşısında davacının iptal ve tescil talebinin reddi gerekirken, bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle kararverildi. 10.09.2015

AİLE KONUTU ŞERHİ - BANKANIN İPOTEKLİ ALACAĞINDAN DOLAYI SATILMASI SONRASINDA DAVA KONUSU YAPILAMAYACAĞI

T.C.
Yargıtay
2. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/14523
Karar No:2015/15481
Özet:
Davalı bankanın taşınmazın mülkiyetini cebri ihale ile kazandığı, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır.
Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesi aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin iradi tasarruflarını diğer  eşin açık rızasına bağlamıştır.
Cebri ihaleye dayanan mülkiyet aktarımı, bu madde kapsamına giren bir tasarruf niteliğinde değildir.
Mülkiyeti nakleden cebri ihalenin, davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilmiş olan ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takibe dayanıyor olması da, cebri ihaleden önce ipotek hükümsüz kılınmadıkça sonuca etkisi bulunmamaktadır
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı banka vekili tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:


Dava, aile konutu üzerine davalı banka lehine "davacı eşin açık rızası" alınmadan 02.12.2010 tarihinde tesis edilen ipoteğin kaldırılması talebiyle açılmış, davacı vekili tarafından bilahare 20.03.2013 tarihinde dava ıslah edilmiş, ıslahla taşınmazın tapu kaydının iptali ve mülkiyetin önceki haline iadesi talebine dönüştürülmüştür. Dava konusu taşınmazın, "ipoteğin paraya çevrilmesi" yoluyla yapılan takip sonucu 13.12.2012 tarihinde alacağına mahsuben davalı bankaya ihale edildiği, davalı bankanın taşınmazın mülkiyetini cebri ihale ile kazandığı, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesi aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin iradi tasarruflarını diğer eşin açık rızasına bağlamıştır. Cebri ihaleye dayanan mülkiyet aktarımı, bu madde kapsamına giren bir tasarruf niteliğinde değildir. Mülkiyeti nakleden cebri ihalenin, davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilmiş olan ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takibe dayanıyor olması da , cebri ihaleden önce ipotek hükümsüz kılınmadıkça sonuca etkisi bulunmamaktadır. İhalenin feshi talebiyle açılan dava da reddedilmiş ve karar 12.11.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Bu durumda davalı bankanın mülkiyeti kazanmasının dayanağı cebri ihale geçerli ve ayaktadır. Açıklanan bu hukuki durum karşısında davacının iptal ve tescil talebinin reddi gerekirken, bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 10.09.2015(Prş.) 

AYNI BORCA İLİŞKİN İPOTEK VE KAMBİYO TAKİBİ İÇTİHAT DEĞİŞİKLİĞİ - İCRA VE İFLAS KANUNU MADDE 45/1

borç ipotek ile temin edilmiş olsa bile elinde kambiyo senedi bulunan alacaklı, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapabilirse de somut olayda öncelikle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçildiğinden alacaklı tercih hakkını bu takip türünden yana kullanmış olup aynı borca ilişkin olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapamaz. 

T.C.
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi


Esas No:2017/6964
Karar No:2017/12193
K. Tarihi: 

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara 7. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 22/12/2015
NUMARASI : 2015/743-2015/1134


Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibinde, borçlunun, sair nedenlerle birlikte aynı ilişkiden kaynaklanan borcun mükerrer olarak takibe konulduğunu ileri sürerek mükerrerlik itirazı ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece, istemin reddine karar verildiği görülmüştür.

İİK 45. maddesinde rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusunun iflasa tabi şahıslardan olsa bile alacaklıyalnız rehinin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabileceği, poliçe ve emre muharrer senetlerle çekler hakkındaki 167 nci madde hükmü mahfuz olduğu, aynı kanunun 167. maddesinde ise alacağı çek, poliçe veya emre muharrer senede müstenit olan alacaklının, alacak rehinle temin edilmiş olsa bile kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte bulunabileceği düzenlenmiştir. 

Somut olayın incelenmesinde; Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/13876 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı tarafından 455.710,84 TL asıl alacağa ilişkin olarak dava dışı A. ve muteriz borçlular hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı icra takibinde bulunulduğu, 
mükerrer olduğu iddia edilen Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/14202 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı tarafından aynı asıl alacak miktarı için bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı ve şikayetçi borçluların borçlu sıfatı ile takibin tarafı olduğu, takip talebinde ve ödeme emrinde; “tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla” kaydına yer verildiği görülmüş olup takip talebinde yazılı ibareler ve alacaklı vekilinin beyanı ile her iki takip dosyasına konu borcun aynı borç olduğu konusunda ihtilaf yoktur.
Her ne kadar yukarıda anılan kanun hükümleri uyarınca borç ipotek ile temin edilmiş olsa bile elinde kambiyo senedi bulunan alacaklı, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapabilirse de somut olayda öncelikle ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçildiğinden alacaklı tercih hakkını bu takip türünden yana kullanmış olup aynı borca ilişkin olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip yapamaz. Bu durumda İİK'nun 45/1 hükmü uyarınca rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip sonucunda rehin tutarı borcu ödemeye yetmez ise alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yolu ile takip edebilir. Bu husus kamu düzeni ile ilgili olup süresiz şikayete tabidir.

Bu durumda; şikayete konu Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/14202 Esas sayılı takip dosyasına konu borçla ilgili olarak Ankara 23. İcra Müdürlüğü'nün 2015/13876 Esasında kayıtlı ve derdest ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibin bulunduğu anlaşılmakla mahkemece mükerrer takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçluların temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/10/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
E. UZUNER
Üye
F. ALTINOK
Üye
Y. Z. AKSOY
Üye
A. TUNCAL
Üye
Dr. Ş. KELEŞ

KOOPERATİFLERİN TACİR SIFATI


T.C.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

E. 2017/19-1658
K. 2017/1464
T. 29.11.2017

DAVA : Taraflar arasındaki “sözleşmenin uyarlanması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesince göreve dair dava şartı noksanlığı sebebiyle davanın usulden reddine dair verilen 15.05.2014 gün ve 2014/368 E., 2014/350 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili ile davalılardan ... tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 13.01.2015 gün ve 2014/14963 E., 2015/152 K. sayılı kararı ile:
"...Davacı vekili, müvekkilinin akaryakıt dağıtıcı lisansı sahibi şirket olup, davalıların 1581 Sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu'na göre kurulmuş özel hukuk hükümlerine tabi kooperatiflerden müteşekkil, kooperatif bölge birlikleri olduğunu, müvekkili ile davalılar arasında yapılan ve halen yürürlükte bulunan bayilik sözleşmeleri devam ederken, EPDK'nın 21.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 4927 Sayılı Kurul kararı ile herhangi bir somut gerekçe göstermeden ve yalnızca "Petrol Piyasası Kanunu'nun 10.maddesi uyarınca" demek suretiyle, iki ay süre ile "rafineri çıkış fiyatı", "akaryakıt dağıtım tavan fiyatı" ve "bayi tavan fiyatı" belirleme esaslarını uygulamaya koyduğunu, müvekkilinin davalılarla yaptığı bayilik sözleşmeleri sebebi ile ortalama 32 TL/m3 kar ederken, kurul kararının yürürlüğe girdiği tarihinden itibaren ortalama 107 TL/m3 zarar eder hale geldiğini belirterek, bayilik sözleşmeleri kapsamındaki "motorin" alımlarına münhasır olarak davalı kooperatif birlikleri ile yapılmış bulunan bayilik sözleşmelerinin 21.03.2014 tarihinden geçerli olmak üzere gözden geçirilerek, BK'nun 138.maddesi gereğince sözleşmelerin feshine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Dosya üzerinden karar verildiğinden davalıların cevaplarının alınmadığı anlaşılmıştır.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, uyuşmazlığın taraflar arasında yapılan bayilik sözleşmesinin iptali talebinden ibaret olup, bir uyuşmazlığın ticari dava sayılması için TTK 4/1. maddeye göre her iki tarafın da tacir olması ve ticari işletmeleri ilgili hususlardan doğması gerektiği, TTK 4/2. maddesine göre ise tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın “a-f” bentlerinde sayılan hususlardan doğan uyuşmazlıkların ticari dava sayıldığı, kooperatiflerin tacir sayılıp sayılmayacağı hususunun değerlendirilmesi gerekmekte olup, 6102 Sayılı TTK'nun 16 ve 124.maddesi gereğince kooperatifler ticaret şirketi olup, tacir olarak kabul edilmesi gerekir ise de Yargıtay uygulamasının aksi yönde olduğu (Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 2014/483 E., 2014/844 K.sayılı ve 11.02.2014 tarihli kararı), davalıların tacir olmadığının dava dilekçesi içeriği ve tüm dosya kapsamı ile sabit olduğu, uyuşmazlığın TTK 4/2. md.de “a-f” bentlerindeki hususlara dair de olmadığı, uyuşmazlığın ticari iş niteliğinde olmasının o uyuşmazlığın ticari dava olarak görülmesini gerektirmediği gerekçeleriyle davanın usulden reddine, kararın kesinleşmesinden sonra talep halinde dosyanın görevli nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı temyizi bakımından, tarafların davaya konu bayilik sözleşmelerinin ticari iş niteliğinde olduğu ve ticaret mahkemeleri tarafından bakılması gerektiği gözetilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, davanın asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği belirtilerek yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, taraflar arasında düzenlenen akaryakıt bayilik sözleşmelerinin uyarlanması, bunun mümkün olmaması hâlinde ise feshi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin akaryakıt dağıtıcı lisansı sahibi şirket, davalıların ise 1581 Sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu'na göre kurulmuş kooperatif birlikleri olduğunu, davalıların üyelerine uygun koşullarda akaryakıt sağlamak istemesi üzerine davaya konu akaryakıt bayilik sözleşmelerinin yapıldığını, ancak sözleşmelerin devamı sırasında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 21.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren kararı ile "rafineri çıkış fiyatı", "akaryakıt dağıtım tavan fiyatı" ve "bayi tavan fiyatı" belirleme esaslarının uygulamaya konulduğunu, piyasaya müdahale niteliğindeki bu beklenmedik karar sebebiyle davalılarla uygulanan fiyatın maliyetlerin altına indiğini, davacı şirketin aylık ortalama 2.000.000,00 TL zarar eder hâle geldiğini, karşılıklı edimler arasındaki dengenin bozulduğunu ve bu durumun katlanılmaz bir hâl aldığını ileri sürerek, sözleşmelerin uyarlanmasına, bunun mümkün olmaması hâlinde ise feshine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yerel mahkemece, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 16 ve 124. maddeleri uyarınca kooperatifler ticaret şirketi olup tacir olarak kabul edilmesi gerekir ise de Yargıtay uygulamasının aksi yönde olduğu, davalılar tacir olmadığından davanın da nispi ticari dava olarak kabul edilemeyeceği, uyuşmazlığın ticari iş niteliğinde olmasının ise davanın ticari dava olarak görülmesini gerektirmediği, görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu gerekçesiyle, göreve dair dava şartı noksanlığı sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili ile davalılardan ... vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde yazılı gerekçe ile bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiş, direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yanlar arasındaki akaryakıt bayilik sözleşmelerinin uyarlanması, olmadığı takdirde feshine dair davanın ticari dava niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi mi, yoksa asliye ticaret mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) yürürlüğe girdiği 01.11.2011 tarihinden sonra 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (TTK) 5. maddesinde 6335 Sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ve ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi olmaktan çıkarılıp görev ilişkisine dönüştürülmüştür. Görev kuralları kamu düzenine dair olmasının yanında HMK'nın 114. maddesinde açıkça dava şartı olarak düzenlenmiş olduğundan, mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay'ca re'sen dikkate alınması gerekir. Bu kuralın tek istisnası, 6335 Sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değişik 6102 Sayılı TTK'nın 5/4. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez.
Ticaret mahkemelerinin görevi TTK'nın 5. maddesinde düzenlenmiş ve maddenin 1. bendinde "Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir." denilmiştir.
Bir davanın ticari dava olup olmadığı ise TTK'nın 4. maddesinde gösterilen ilkelere göre belirlenmekte olup, öğretide benimsenen görüşe göre de ticari davalar kendi aralarında mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Mutlak ticari davalar için tarafların sıfatlarına ve dava konusunun ticari işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmazken, nispi ticari davalarda dava konusunun ticari işletme ile ilgili olup olmadığı kriter olarak kabul edilmiştir.
Bu sebeple uyuşmazlığın çözümü için öncelikle "ticari işletme", "ticari iş", "tacir" ve "ticari dava" kavramları üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır.
Belirtmek gerekir ki 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun hazırlanmasında esas itibariyle "ticari işletme" temelinden hareket edilmiş ve ticaret hukukunun önemli kurumları ticari işletme kavramı ile bağlantı kurularak tanımlanmıştır. Bu hususa TTK'nın 11. maddesinin gerekçesinde de değinilmiş ve "...ticari işletme kanunun temelidir; yani merkez kavramıdır; bu niteliği ile belirleyici, hatta tanımlayıcıdır..." denilmiştir.
Ticari işletme, TTK'nın 11/1. maddesindeki tanıma göre; esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşan düzeyde gelir sağlamayı hedef tutan faaliyetlerin devamlı ve bağımsız şekilde yürütüldüğü işletmedir. Esnaf işletmesi ile ticari işletme arasındaki sınırın ise Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak kararname ile belirleneceği hükme bağlanmıştır. Görüleceği üzere ticari işletmenin unsurları; esnaf işletmesi için öngörülen sınırın üzerinde bir gelir sağlamayı hedef tutan faaliyet, devamlılık ve bağımsızlık olarak düzenlenmiştir. Buradaki faaliyet iktisadi faaliyet olup, amacı gelir elde etmektir. Kanunda ticari işletme için herhangi bir miktarda gelir değil, esnaf işletmesi için öngörülen sınırı aşar düzeyde gelir sağlama amacı aranmıştır.
TTK'nın 3. maddesinde "ticari iş" kavramı açıklanmış ve "Bu Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir." denilmiştir.
Bir işin ticari veya adi olması, farklı kuralların uygulanmasını gerektirir. Bir işin ticari olup olmadığını kanunda öngörülen kurallar uyarınca saptamak gerekir. Eğer iş ticari ise özel ticari kuralların uygulanması zorunlu olur. Ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işler, yani, haklı veya haksız fiil yahut işletmeyi ilgilendiren her iş ayrık durumlar dışında, ticari iş sayılmıştır. Bu işler, eğer bir ticari işletmeyi ilgilendirmiyorsa ticari iş sayılmazlar (Eriş, G.: Ticari İşletme ve Şirketler, Ekim 2014, C. I, s.292).
Ticaret hayatının temel süjesi olan "tacir" de yine işletme kavramı bağlamında tanımlanmış ve "bir ticari işletmeyi kısmen de olsa kendi adına işleten kişi"ye tacir deneceği TTK'nın 12/1. maddesinde belirtilmiştir. Maddenin devam eden bentlerinde; bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo, televizyon ve diğer ilan araçlarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline tescil ettirerek durumu ilan etmiş olan kimsenin, fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılacağı ve bir ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına ortak sıfatıyla işlemlerde bulunan kimse, iyi niyetli üçüncü kişilere karşı tacir gibi sorumlu olacağı hüküm altına alınmıştır.
Türk Ticaret Kanunu tacir kavramını gerçek kişiler ve tüzel kişilerde ayrı ayrı ele almış, gerçek kişilerde tacir sıfatının kazanılması bir ticari işletmenin mevcut olması, bir ticari işletmenin işletilmesi ve ticari işletmenin kısmen de olsa o kişi adına işletilmesi unsurlarına bağlanmıştır. Tüzel kişi tacir kavramının kapsamı ise TTK'nın 16/1. maddesinde düzenlenmiştir.
TTK'nın "tüzel kişiler" başlıklı 16. maddesi, ticaret şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir işletme işleten vakıflar, dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılacaklarını belirlemiştir.
Aynı maddenin 2. bendi Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri ile kamu yararına çalışan dernekler ve gelirinin yarısından fazlasını kamu görevi niteliğindeki işlere harcayan vakıflar, bir ticari işletmeyi, ister doğrudan doğruya ister kamu hukuku hükümlerine göre yönetilen ve işletilen bir tüzel kişi eliyle işletsinler, kendilerinin tacir sayılmayacakları hükmünü içermektedir.
Tacir sıfatının ticari işletmeye bağlı olduğu düşünüldüğünde, adlarına ticari işletme işletilen tüzel kişilerin kural olarak tacir sayılacağı açıktır.
Tacir sıfatına bağlanan hüküm ve sonuçları ise; iflasa tabi olmak, ticaret unvanı kullanmak, işletmesini ticaret siciline tescil ettirmek, gerekli ticari defter ve kayıtları tutmak, basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek, ticari örf ve adetlere tabi olmak, kanunda öngörülen ihtar ve ihbar şekillerine uymak, ticari iş karinesi, ticari işletmeyle ilgili görülen iş ve hizmetlerde kararlaştırılmamış olsa bile ücret isteyebilmek, avanslar ve giderler için faiz talep edebilmek, fatura vermek, faturaya ve teyit mektubuna süresinde itiraz etmemenin neticelerine katlanmak, ücret ve cezai şartın indirilmesini isteyememek, ticari yargı konusu olmak, ticari satış ve mal değişiminde özel hükümler, mal ve hizmet tedarikinde geç ödemenin özel sonuçları ve hapis hakkı bakımından özel düzenlemelerdir.
Bu açıklamalardan sonra "ticari dava" konusuna gelindiğinde ise TTK'nın 4. maddesinde ticari davalar sayılmış olup bu maddeye göre her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işleri ve tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın Türk Medeni Kanunu'nun, rehin karşılığında ödünç verme işi ile uğraşanlar hakkındaki 962 ilâ 969. maddelerinde, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun mal varlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına dair 444 ve 447, yayın sözleşmesine dair 487 ilâ 501, kredi mektubu ve kredi emrini düzenleyen 515 ilâ 519, komisyon sözleşmesine dair 532 ilâ 545, ticari temsilciler, ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları için öngörülmüş bulunan 547 ilâ 554, havale hakkındaki 555 ilâ 560, saklama sözleşmelerini düzenleyen 561 ilâ 580. maddelerinde; fikrî mülkiyet hukukuna dair mevzuatta; borsa, sergi, panayır ve pazarlar ile antrepo ve ticarete özgü diğer yerlere dair özel hükümlerde ve bankalara, diğer kredi kuruluşlarına, finansal kurumlara ve ödünç para verme işlerine dair düzenlemelerde öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu düzenlemeye göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için tarafların her ikisinin tacir olması ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğması veya ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi olması veyahut da açılan davanın maddede altı bent hâlinde sayılan davalardan olması gerekir. Taraflardan biri tacir değilse veya tacir olmasına rağmen uyuşmazlığın ticari işletmeyle ilgisi yoksa ticari davanın varlığından söz edilemez.
Az yukarda açıklandığı gibi ticari davalar, mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Mutlak ticari davalar, tarafların tacir olup olmadığına ve işin bir ticari işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın sırf dava konusunun TTK'da düzenlenmesi sebebiyle ticari sayılan davalardır. Mutlak ticari davalar TTK'nın 4/1. maddesinde bentler hâlinde sayılmıştır. Bunların yanında Kooperatifler Kanunu (m.99), İcra ve İflas Kanunu (m.154), Finansal Kiralama Kanunu (m.31) gibi bazı özel kanunlarda belirlenmiş ticari davalar da bulunmaktadır. Bu gruptaki davaların ticari dava sayılabilmesi için taraflarının tacir olması veya ticari işletmeleriyle ilgili olması gibi şartlar aranmaz. TTK'nın 4/1. bendinde sınırlı olarak sayılan davalar arasında yer alması veya özel kanunlarda ticari dava olarak nitelendirilmesi yeterlidir. Bu davalar kanun gereği ticari dava sayılan davalardır.
Nispi ticari davalar ise, her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olması hâlinde ticari nitelikte sayılan davalardır. TTK'nın 4/1. maddesine göre her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticari dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticari dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticari işletmesini ilgilendirmesi hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticari iş niteliğinde olması veya ticari iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticari iş sayılması davanın ticari dava olması için yeterli değildir. Ticari iş karinesinin düzenlendiği TTK'nın 19/2. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmez. TTK, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava hâline getirmez.
Bu genel kuralın yanında TTK'nın 4. maddesinin son cümlesindeki düzenleme sebebiyle yalnızca bir tarafın ticari işletmesini ilgilendiren havale ve vedia gibi sözleşmelerden doğan davalarla fikri ve sınai haklara dair davalar da ticari davadır. Yukarıda açıklandığı üzere bir davanın ticari dava sayılması için kural olarak ya mutlak ticari davalar arasında yer alması ya da her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili bulunması gerekirken, burada sayılan davaların ticari nitelikte sayılması için yalnızca bir yanın ticari işletmesiyle ilgili olması yeterli görülmüştür.
Somut olayda uyuşmazlık akaryakıt bayilik sözleşmelerinden kaynaklanmaktadır. Bayilik sözleşmesi, Türk Borçlar Kanunu'nda veya özel yasalarda düzenlenmemiş olmakla birlikte öğretide kendine özgü bir sözleşme türü olarak kabul edilmekte ve taraflardan birinin (bayi) diğer tarafın mallarını satmak ve sürümünü artırmak üzere kendi adına ve hesabına dağıtmayı üstlendiği sürekli çerçeve sözleşme olarak tanımlanmaktadır. Bu tür sözleşmelerden kaynaklanan davaların ticari dava olduğuna ya da asliye ticaret mahkemelerinde görüleceğine dair yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle, eldeki davanın ticari dava olarak kabulü için uyuşmazlık konusunun her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili olması ve her iki tarafın da tacir olması gerekmektedir.
Her ne kadar Özel Daire bozma kararında davaya konu bayilik sözleşmelerinin ticari iş niteliğinde olduğu, bu sebeple davanın ticaret mahkemesinde görülmesi gerektiği belirtilmiş ise de, ticaret mahkemesinin görevinden, dolayısıyla işin ticari olduğundan söz edilebilmesi için sırf işin ticari nitelikte olması ve bir tarafın tacir olması yeterli olmayıp, her iki tarafın da tacir olması gerekmektedir. Somut uyuşmazlıkta davacının tacir, işin de davacı şirketin ticari işletmesiyle ilgili olduğu konusunda hiç bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak, davalıların 1581 Sayılı Kanun ile kurulmuş olan tarım kredi kooperatif birlikleri olduğu gözetildiğinde, görevli mahkemenin tayini için davalıların da tacir olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Toplumların sosyal ve ekonomik kalkınmasında önemli bir rol oynayan kooperatiflerin ülkemizdeki geçmişine bakıldığında; bugünkü tarım kredi kooperatiflerinin çekirdeğini oluşturan ve adına "memleket sandığı" denilen örgütlerin ilk kez 1863 yılında kurulduğu, Cumhuriyetin ilanından önce TBMM hükümeti döneminde İktisat Vekâletince "İstihsal, Alım, Satım Ortaklık Kooperatifleri Nizamnamesi"nin çıkarıldığı, Cumhuriyetin ilanından sonra ise 5 Ocak 1924 tarihinde 396 Sayılı Kanun ile o zaman var olan Kara Ticareti Kanunu'na "İşbu 15. maddede adı geçen üç çeşit şirketten başka kooperatif yani ortaklık şirketleri de ticari şirketlerdendir" şeklindeki fıkranın eklendiği, yine 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'ndan önce yürürlükte bulunan 29.05.1926 gün ve 865 Sayılı Ticaret Kanunu'nun 121/I. maddesinde düzenlenen ticaret şirketleri arasında "kooperatif nevileri"nin de sayıldığı anlaşılmaktadır.
Kooperatifler, 1 Ocak 1957 tarihinde yürürlüğe giren 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda ise "Ticaret Şirketleri" ile ilgili bölümün sonunda yer alan 485 ilâ 502. maddeleri arasında düzenlenmiş, ancak bahsi geçen hükümler 24.04.1969 gün ve 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile adı geçen kanunun 100. maddesi uyarınca yürürlükten kaldırılmıştır.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde kooperatifin tanımı yapılmış ve tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek kişilerle kamu tüzel kişileri tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklar olarak tanımlanmıştır. Esasen 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesindeki tanımda, 21.04.2004 tarihinde 5146 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önce kooperatif hakkında "teşekkül" ibaresi kullanılmışken anılan Yasa ile "ortaklık" kavramı getirilmiş ve değişiklik gerekçesinde de, kooperatiflerin nitelikleri hukuki bakımdan tartışma konusu olduğundan "teşekkül" kavramı yerine "ortaklık" kavramı kullanılarak kooperatiflerin gerçek kimliklerini kazanmalarının sağlanması olduğu belirtilmiştir.
1581 Sayılı Kanunla kurulan tarım kredi kooperatifleri ise tarımsal üretimde kullanılmak üzere ortaklarına olabildiğince uygun ve yeterli koşullarda kredi sağlamak üzere kurulan kooperatiflerdir.
Bireylerin ekonomik ve sosyal yönden dayanışma ihtiyacından doğan kooperatiflerin tacir olup olmadığı 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu döneminde tartışmalara konu olduğu gibi 6102 Sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu'nun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra da bu konudaki görüş ayrılıkları devam etmiştir. Az yukarda belirtildiği gibi Kooperatifler Kanununun 1. maddesinde yer alan ve kooperatiflerin ticaret şirketi olup olmadığı, dolayısıyla tacir sayılıp sayılmayacağı tartışmalarının odağında bulunan "teşekkül" ibaresi 5146 Sayılı Kanunla çıkarılıp, yerine "ortaklık" ibaresi getirilmekle birlikte doktrin ve Yargıtay kararlarında genel olarak kooperatiflerin ekonomik faaliyetini kâr amacı gütmeden sürdürdüğü, kooperatif ortaklarının kazanç elde edip bunu paylaşmaktan ziyade yardımlaşma ve dayanışma anlayışı içerisinde bir araya geldikleri, bu sebeple Kanunda kooperatifler "ortaklık (şirket)" olarak belirtilmiş olmakla birlikte bu ortaklığın "ticari nitelikte bir ortaklık" olduğu yönünde açıklama bulunmadığı, Kooperatifler Kanunu'nun 99. maddesinde yer alan bu kanundan kaynaklanan hukuk davalarının tarafların sıfatına bakılmaksızın ticari dava sayılacağı yönündeki hükümle de kooperatifle ortakları arasındaki uyuşmazlıkların amaçlandığı, kooperatiflerin sosyal bir fonksiyona sahip kendine özgü ortaklıklar olduğu belirtilerek tacir olmadığı ifade edilmiştir.
Bu noktada belirtmek gerekir ki, yürürlükten kalkan 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 18/1. maddesinde olduğu gibi 6102 Sayılı TTK'nın 16/1. maddesinde de bütün ticari şirketler tacir olarak sayılmış, İkinci Kitabın "Ticari Şirketler" i düzenleyen Birinci kısımda yer alan 124/1. maddesinde de 136. maddesi hükmü aynen tekrar edilerek ticari şirketlerin kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerden ibaret olduğu belirtilmiştir.
Görüleceği üzere, Kooperatifler Kanunu yürürlükte olmasına karşın yeni TTK'nda da kooperatiflerin ticaret şirketi olduğu açık bir biçimde hüküm altına alınmıştır. Kanun koyucu yeni TTK'nda kooperatifleri ticaret şirketleri arasında saymanın yanında, Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde "ortaklık" olarak ifade edilen kooperatiflerin "ticari nitelikte bir ortaklık" olup olmadığı konusunda gerek doktrin gerekse yargısal kararlarda süregelen tartışmalar karşısında iradesini de 6102 Sayılı TTK'nın 124. maddesinin gerekçesinde net bir şekilde açıklamıştır. Anılan madde gerekçesinde "kooperatif şirket" ibaresi ile ilgili tartışmanın 2004 yılında çıkarılan 5146 Sayılı Kanun'la son bulduğu, çünkü anılan Kanunun kooperatifin şirket olduğunu belirttiği, gerçi Kanunun 1. maddesinde kooperatifin şirket olduğu ifade edilmekte ise de ticaret şirketi olup olmadığını açıkta bıraktığı, bu boşluk dolayısıyla bir tartışma başlatılabilir ve kooperatifin ticaret şirketi olmadığı teorik olarak ileri sürülebilir ve 124. maddenin kooperatifi ticaret şirketi olarak kabul etmesi eleştirilebilirse de böyle bir tartışmanın kooperatif şirketin niteliği tartışmasını davet edeceği belirtilerek "...Anılan şirket adi şirket olamayacağına göre Türk hukukunda üç çeşit şirket ortaya çıkmış olur. Kooperatif şirkete uygulanacak hükümler sorunu da diğer sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. Tasarı, tüm bu çözümün güç sorunları ortadan kaldırmak amacıyla kooperatifin ticaret şirketi olduğunu hükme bağlamıştır." demek suretiyle kooperatiflerin ticaret şirketi olduğunu vurgulamıştır. Kanun koyucunun kooperatifi ticaret şirketi, dolayısıyla tacir sayma iradesinin varlığı oldukça açıktır.
Yeni Türk Ticaret Kanunu bakımından da ticaret şirketleri arasında sayılan kooperatiflerle ilgili ana düzenleme şüphesiz ki 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'dur. Bu Kanunun 3. maddesinde kooperatif ve şubelerinin ticaret siciline tescil olunacağı, 7. maddesinde kooperatifin ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanacağı, 98. maddesinde de bu Kanunda aksine açıklama olmayan hususlarda TTK'daki anonim şirketlere ait hükümlerin uygulanacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme sebebiyle TTK'nın özellikle anonim şirketlere dair hükümleri ile 1163 Sayılı Kanuna aykırı olmayan birleşme, bölünme ve tür değiştirmeye dair hükümlerinin kooperatiflere uygulanacağı ve kooperatiflerin de defter tutmak zorunda olduğu açıktır. Ayrıca 99. maddesinde tarafı olduğu hukuk davalarının ticari dava sayılacağı düzenlendiği gibi 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 179. maddesindeki düzenleme uyarınca kooperatiflerin iflasa tabi oldukları da gözden kaçırılmamalıdır.
Tüm bu yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde kooperatiflerin ticaret şirketi ve tacir olduğu açıkça görülmektedir. Bu açık kanun hükümleri karşısında ticaret siciline tescili zorunlu olan, ancak bu şekilde tüzel kişilik kazanabilen, ticari defterler tutan, ortaklarının sermaye koyma borcu bulunan, şirketler ile birlikte düzenleme yapılıp birleşme, bölünme ve tür değiştirme şartları düzenlenen ve iflasa tabi olan kooperatifin ticaret şirketi ve tacir sayılmaması mümkün değildir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, kooperatifler tek amacı kâr elde etmek olmamakla birlikte, ortaklarının ekonomik menfaatlerini geliştirmeyi amaçlayan ticari birer ortaklıktır. Kooperatiflerin kârlılık ilkesini büsbütün bir kenara bıraktıkları da söylenemez, aksi takdirde varlıklarını sürdürmeleri beklenemez. Kâr elde edilip bunun ortakları arasında paylaşılıp paylaşılmadığı, diğer bir deyişle ne şekilde tasarruf edildiği kooperatifin amacının ekonomik olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Kooperatif şirketinin TTK'nın 124. maddesinde kişi ve sermaye şirketleri arasında gösterilmemiş olması da kanunun açık lafzı karşısında kooperatifin ticaret şirketinin sayılmasına engel değildir.
Kooperatif şirketler bütün ticaret kanunlarında adı geçen ticari ortaklıklardan biri olduğu gibi 865 Sayılı Ticaret Kanunu döneminde verilen 07.11.1945 gün ve 1944/8 E., 1945/14 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararında da kooperatif şirketleri, ortaklarının sıfatı ve işlemlerinin niteliği ne olursa olsun ticaret şirketi kabul edilmiştir. O dönemde yapı kooperatiflerinin tacir sayılıp sayılmayacağı konusunda farklı yargı kararlarının ortaya çıkması sebebiyle içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmiş ve "Ticaret Kanunu'nda, mutlak surette tacir addolunacağı ve ticaret şirketleri nevinden olduğu tasrih olunan ve ticaret şirketlerinin bütün mümeyyiz vasıflarını haiz bulunan kooperatif şirketlerini, muameleleri bakımından medeni veya ticari diye ayırt etmeye kanun hükümleri müsait olmadığından, bu şirketleri, ortaklarının sıfatı ve muamelelerinin vasfı ne olursa olsun sadece ortaklığın hukuki şekline göre ticari şirketlerden madut olduğuna ve şirket azası arasında çıkan davanın Ticaret mahkemelerinde görülmesi gerekli bulunduğuna" karar verilmiştir.
Öğretide de, Kooperatifler Kanununun 1. maddesinde 2004 yılında yapılan değişiklik ile kooperatifin tacir olup olmadığı hususundaki tartışmanın noktalandığı ve kooperatifin şirket niteliğinde bulunduğunun vurgulandığı, 6102 Sayılı TTK'nın 124/1. maddesiyle de ticaret şirketi niteliğinde olduğunun bir kez daha teyit edildiği (Arkan, S.: Ticari İşletme Hukuku, 20.Bası, 2015, s.123), kooperatifin tacir sayılmayacağı yönündeki yorumun kanuna aykırı (contra legem) bir yorum faaliyeti olduğu, 07.11.1945 gün ve 1944/8 E., 1945/14 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararında da tespit edildiği üzere kooperatifin "... ticari işletme işletip işletmediğinden bağımsız olarak (hukuki) şekli (kalıbı) dolayısıyla tacir..." (Kırca, İ.: Kooperatiflerin Tacir Niteliği Hakkında, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, Haziran 2017, s.5-25) olduğu ifade edilmektedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesindeki tanımda kooperatifin ortaklık olduğu belirtilmiş ise de bunun ticari nitelikte bir ortaklık olduğunun belirtilmediği, kooperatiflerde amacın kazanç elde edip bunu ortaklar arasında paylaşmak olmayıp, ortakların ekonomik menfaatlerini, özellikle meslek veya geçimlerine dair ihtiyaçlarını iş gücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle korumak ve gidermek maksadıyla bir araya geldikleri, aksi bir kabulün Anayasa'nın kooperatifleri düzenleyen hükmünde belirtilen amacına uygun düşmeyeceği, Yargıtay'ın istikrar kazanan kararlarında da kooperatiflerin tacir olarak kabul edilmediği, bu durumda somut olayda davacının ticari işletmesiyle ilgili bir uyuşmazlık var ise de davalı taraf için ticari işletmeyle ilgili bir uyuşmazlığın söz konusu olmadığı, dolayısıyla eldeki davanın nispi ticari dava olarak kabul edilemeyeceği ve yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarda açıklanan gerekçelerle kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.
Somut olayda davalı kooperatiflerin tacir olduğu, faaliyetleri bakımından da akaryakıt satım işletmesine sahip bulundukları ve bu kapsamda bayilik sözleşmeleri yaptıkları anlaşılmakla açılan davaya bakma görevinin ticaret mahkemesine ait olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Hâl böyle olunca, eldeki davaya bakma görevi 6102 Sayılı TTK'nın 4/1. maddesi uyarınca ticaret mahkemesine ait olup, Özel Dairenin bozma gerekçesi yanında yukarda açıklanan genişletilmiş gerekçe ile bozma kararına uyulması gerekirken, göreve dair dava şartı noksanlığı sebebiyle davanın usulden reddine dair verilen önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan sebeplerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarda açıklanan gerekçelerle BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 29.11.2017 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusunun davacının ticari işletmesiyle ilgili olup aynı konunun davalılar için de ticari işletmesiyle ilgili olup olmadığı, 6102 Sayılı TTK'nın 4/1. maddesi uyarınca her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hukuk davası (nispi ticari dava) olup olmadığı konusudur. Her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hukuk davası var denilir ise nispi ticari dava sayılıp asliye ticaret mahkemesi görevli olacak, davalı tarafın ticari işletmesiyle ilgili bir dava yok sayılır ise nispi ticari dava sayılmayıp genel görevli asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır.
Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu, davalı tarafta yer alan tüzel kişi kooperatifler hakkındaki davanın da ticari işletmeleriyle ilgili nispi ticari dava kabul ederek asliye ticaret mahkemesinin görevli olduğunu kabul etmiştir.
Aşağıda açıkladığım sebeplerle çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde kooperatifler, "Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını iş gücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklar” olarak tanımlanmıştır. Maddede, kooperatifin ortaklık (şirket) olduğu belirtilmiş ise de, bu ortaklığın “ticari nitelikte bir ortaklık” olduğu yönünde bir açıklama ve belirleme yapılmamıştır.
Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde gösterilen bu tanımdan açıkça anlaşılacağı üzere kooperatiflerde amaç, diğer ticaret şirketlerinden farklı olarak kazanç elde etmek ve bunu ortakları arasında paylaşmak olmayıp, ortakların ekonomik menfaatlerini, özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını iş gücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak ve gidermektir. Kooperatifler, kâr - zarar amacından ziyade sosyal yönü ağır basan ortaklıklardır. Bu tanım ve amaç 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'mn 171. maddesinde, "Devlet, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artınlmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alır." şeklinde anlamını bulmuştur. Bu tanım ve düzenlemelere göre, yapı kooperatiflerini tacir kabul edip, tacir sıfatının sonuçlarıyla sorumlu tutmak mümkün değildir. Aksi bir kabul, kooperatiflerin ticari kazanç elde etme amacına yönelik hareket etmeleri sonucunu doğurur ki, bu durumun Anayasa'da dahi kendisine yer verilen kooperatifçiliğin amacına uygun düşmeyeceği açıktır.
6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 124/1. maddesinde, "Kooperatifler" ticaret şirketleri arasında sayılmış ise de, aynı maddenin 2. bendinde kooperatifler "Şahıs şirketleri" ve "Sermaye şirketleri" arasında gösterilmemiştir. TTK'nın 124. maddesinin 1 ve 2. bentleri ile 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesi birlikte değerlendirildiğinde yapı kooperatiflerinin "ticaret şirketi" olmadığı, sosyal niteliği ağır basan kendine özgü bir ortaklık olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki, bu düzenlemelere benzer hükümler, 6762 Sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nda da bulunmasına rağmen (md 18, 136), Yargıtay'ın istikrar kazanan uygulamasında yapı kooperatifleri tacir olarak kabul edilmemiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 07.02.1996 tarih ve 1995/956 E, 196/45 K., Yargıtay 15. Hukuk Dairesi'nin 11.6.2015 tarih ve 2014/5062 E, 2015/3271 K. Yargıtay 23. Hukuk Dairesi'nin 05.04.2016 tarih ve 2014/10937 E., 2016/2136 K. Ve 08.06.2016 tarih ve 2015/1147 E., 2016/3470 Sayılı ilamları aynı yöndedir.)
Davalı tüzel kişi kooperatifler 1581 Sayılı kanuna göre kurulmuş tarım kredi kooperatifleri ve birlikleridir. 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 1. maddesine benzer şekilde aynı ifade ve ibareler 1581 Sayılı Kanun'un 1. maddesinde yer almakta, fazla olarak 2. fıkrasında ''ortak ürünleri üzerinde ticaret ve komisyonculuk yapanlar, faizle para veya mal olarak kredi verenler bu kooperatiflere giremezler'' demektedir ki evleviyet kuralı ve yasaklama gözetildiğinde, ticari iş ve işletmeleriyle ilgili bir uyuşmazlık olmadığını kabulde zorunluluk bulunmaktadır.
Hal böyle olunca davacı tarafın ticari işletmesiyle ilgili bir uyuşmazlık var ise de yukarda sayılan kanuni düzenlemeler gözetildiğinde davalı taraf için ticari işletmesiyle ilgili bir uyuşmazlık bulunmadığını kabul etmek zarureti ortaya çıkmaktadır. 6102 Sayılı TTK'nın 4/1. maddesi uyarınca her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hukuk davası (nispi ticari dava) olmadığı, buna göre asliye ticaret mahkemesi değil asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Aynı yöne ilişen direnme kararı da usul ve yasaya uygun olup onama görüşünde olduğumdan aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılamıyorum.


Popüler Yayınlar